İşçi işveren münasebetleri…
İşçinin işe ihtiyacı olduğu kadar işverenin de işçiye ihtiyacı var.
Çalışma şartlarını genelde daima işveren belirler. İşçi, işverenin çalışma şartlarını (itirazsız ve şerhsiz) kabul ederek işe başlar… Lakin zamanla işyerinde sesini yükseltmeye başlar!
İş hayatında yerleşmiş genel kanaat; işveren güçlü, işçi zayıftır. Dolayısıyla işçi işveren ihtilaflarında (peşin hükümle) işçi daima haklıdır!
Yargıya intikal eden davalarda; özel sektörde, işverenin dava kazandığı, haklı çıktığı pek görülmez. Şayet işveren devlet ise o zaman işçinin dava kazandığı, haklı çıktığı pek görülmez!
Oysa adalet; hakkın gözetilmesi, haklıya hakkının teslim edilmesidir.
Kim olursa olsun, kişinin sıfatı fark etmeksizin; mağdur edilene, hakkı gasp edilene hakkının verilmesidir adalet.
Materyalist sistemin hâkim olduğu günümüzde maalesef güçlü olan haklı muamelesi görmekte.
Güç nedir?.. Güçlü kimdir?
Güç göstergesi bazen para, bazen silah, bazen makam, bazen hukuktur!… Neticede kuvvet; güçtür.
Kuvvetli olan güçlü ve haklıdır!.. Haksız da olsa haklı gösterilir!
Zayıf olan güçsüz ve haksızdır… Haklı da olsa haksız gösterilir.
Mesela işveren sıfatıyla işçiyi ezen işverenler olduğu gibi, hukukun iyi niyetle konulmuş hükümlerini istismar ederek “mevzuat gücüyle” işvereni ezen işçiler de yok değildir.
Öyle bir devir ki gücü elinde bulunduran muhatabını eziyor... Muhatabın kim olduğu önemli değil.
Peki, işverenin işveren sıfatını kullanarak işçiyi ezmesi; kabul edilemeyen bir haksızlık ve zulümdür de, işçinin kanun gücünü kullanarak işvereni ezmesi, mağdur etmesi haksızlık ve zulüm değil midir?
Kanun gücünün kullanılarak işverenin hakkının gasp edilmesine bugün seyirci kalanlar, başkalarının kendilerine yaptığı haksızlığı yarın hangi yüzle eleştirecekler?
Gasp, gasptır… Haksızlık, haksızlıktır… Kim yaparsa yapsın; ister işveren, ister işçi, ister devlet.
Haksızlığa, hırsızlığa, hak gaspına müdahale edilmez ve sessiz kalınırsa, o fiil meşrulaşır.
“İş kazası” değil, “işçi kazası”…
Bir meslektaşım yaşadığı bir sıkıntıyı benimle paylaştı… “Bu mes’eleyi bir yazı mevzuu yapabilirseniz, ola ki alınacak tedbirlerle benim yaşadıklarımı başkalarının yaşamasına engel olunur da hayra vesile oluruz” dedi. Hadise bir şahısla alakalı özel gibi görülse de, muhtevası ve neticesi geniş kesimi ilgilendirmektedir.
Anlatılan hadisenin özeti: Muhasebe bürosunda çalışan bir işçi, vasıfsız eleman olarak girdiği işyerinden edindiği tecrübelerle usta eleman olarak kendi isteği ile ayrılıyor.
İşten ayrılış sebebi; başka bir işyerinde çalışmak.
İşten ayrılış tarihi; Aralık ayı!.. Bu tarih muhasebe büroları için önemli… Meslek mensupları ve vergi mükellefleri bu tarihin ehemmiyetini daha iyi bilirler… Ki yılsonu hesaplarının kapatılıp yıllık beyannamelerin hazırlandığı ay!
Yani işçi 7 yıl çalıştığı, meslek öğrendiği işyerinden yılsonu kayıtlarını tamamlamadan, son beyannameleri hazırlamadan, işverenin ve mükelleflerin mağduriyetine aldırış etmeden işyerini terk ediyor…
İşçi, kendi isteğiyle işten ayrılmasına rağmen “işveren beni işten çıkarttı” diyerek dava açıyor ve davayı kazanıyor! İşveren tazminat ödemeye mahkûm ediliyor.
İşte tipik bir iş kazısı… Pardon, iş değil, işçi kazası!
İş kazası denilince ilk planda, işçinin rencide olduğu, mağdur edildiği bir kaza akla gelir.
Bu hadise de ise, işçinin sebebiyet verdiği ve işverenin mağdur olduğu bir “işçi kazası” görülüyor.
Bu mes’eleyi yazı mevzuu yapmamızın sebebi, yargı kararını tartışmak değil…
Böyle bir hadisede böyle bir yargı kararını varsın hukukçular tartışsın!..
Bu yargı kararını, böyle bir karara zemin hazırlayan; Adalet Bakanlığı ve Çalışma Bakanlığı yetkilileri düşünsün!
Dahası, yıllardır benzer kararlarla üyelerinin mağduriyetine sessiz kalan Ticaret ve Esnaf Odaları, Meslek Odaları tartışsın!
Biz, mes’elenin ahlaki ve manevi sorumluluk yönüne dikkat çekelim istedik…
Sorgulanması ve sorulması gereken hususlar:
“Aslan köpeklere baş olursa, köpeklerin her biri kendi karşısındakine aslan kesilir. Eğer aslanlara köpek baş olursa, o aslanların hepsi köpek olur.” (Yusuf Has Hacip)