Siyaset ve bürokrasiden uzak, herkese eşit mesafede olmayı prensip ve bütün insanlığa faydalı olmayı gaye edinmiş bir gönül mimarıdır…
“Râbıta, mürşidin eliyle müridin kalbinnden geçirilip dergâh-ı izzete bağlanan haberleşme ipidir.” (İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi)
***
Hacı Mustafa Eren, Giresun’un ender mutasavvıflarından, Sivaslı İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Efendinin Giresun temsilcisi (tasavvufî ifadeyle halifesi), siyaset ve bürokrasiden uzak, herkese eşit mesafede olmayı prensip ve bütün insanlığa faydalı olmayı gaye edinmiş bir gönül mimarıdır…
***
Hacı Mustafa Eren 1 Aralık 1926’da Giresun ili Eynesil ilçesinin Ören Köyünde doğmuştur. Babası Mustafa Efendi annesi ise Fatma Hanımdır. Aile lakabı Kesperzade ya da mahalli söylenişle Gasperoğullarıdır.
Aile arasında Giresun yöresine gelen ilk kişinin ulemadan bir zat olduğu ve bu kişinin önce Görele’ye daha sonra Eynesil’e medrese kurduğu rivayet edilmektedir.
Hacı Mustafa Eren İlkokulu Eynesil Merkez İlkokulunda tamamlamış daha sonra tahsil hayatına devam etmemiştir. Çocukluğundaki ilk dini eğitimini mahalli hocalardan almıştır.
21 Aralık 1943 tarihinde Elmas hanımla evlenmiştir. Evliliğinden Baki, Mehmed ve Dursun adlarında üç oğlu Fatma, Türkan, Safiye ve Emine adında dört kızı dünyaya gelmiştir. Oğullarından Mehmed 20 Kasım 1962 tarihinde vefat etmiştir.
Hacı Mustafa Eren 12 Mayıs 1946 tarihinde askere sevk edilmiştir. 30 Mayıs 1946 tarihinde Urfa gümrük muhafaza birliğine katılmıştır. 30 Mayıs 1949 tarihinde Kilis Gümrük Muhafaza Taburundan terhis olmuştur. Askerden dönüşünde başladığı manifatura ticaretine 1966 yılına kadar devam etmiş daha sonra geçimini çay ve fındık bahçelerinden elde ettiği ürünlerin satışından sağlamıştır.
Dinî ilimleri tahsile 21 Ekim 1952 tarihinde başlamıştır. Hocaları Hacı Ahmed Okur Efendi, Hacı Hafız Efendi ve Hacı Hasan Güdükoğlu’dur.
Talebe arkadaşları arasında hızlı kavrayışı ile dikkat çekmiştir. Hocalarından Hafız Efendi Ören’in komşu köyü olan Oğuz’dandır. Hacı Mustafa Eren’in köyü Ören ile Oğuz köylüleri arasında yayla kullanımı sebebiyle önemli sorunlar yaşanmasına rağmen Oğuz köyüne ders alabilmek için rahatlıkla gidebilmiş hiçbir sorun yaşamamıştır.
Tahsilini 1957 yılında tamamlayarak icazetini Ahmed Okur Hoca Efendi’den almıştır. Bu icazet 21 sayfa ve Hacı Ahmed Efendi’nin el yazısı ile Arapça olarak kaleme alınmıştır.
Kısa sayılabilecek bir müddet siyasetle de ilgilenmiştir. Siyasi faaliyetlerini Demokrat Parti içerisinde aktif olarak sürdüren Hacı Mustafa Eren 1954 yılı Giresun İl Kongresinde yaşadığı bir olay üzerine siyasetle yollarını ayırmıştır.
Kongrede devletin resmi dininin İslam olması ve masonluğun ilga edilmesi hakkında yaptığı konuşması esnasında Refik Koraltan kürsüye gelerek mikrofonu kısa bir süre almak istediğini söylemiş ve dinleyicilere “demokrasi bu gibi insanların öncülük yapması demek değildir. Bu gibi insanların partide yeri yoktur. Umarım ki bunu susturursunuz” şeklinde kısa bir konuşma yapmış, Mustafa Eren’e bir daha söz verilmesini engellemiştir. Hacı Mustafa Eren daha sonra yaptığı bir değerlendirmede kongrede gerçekleşen bu olayın kendisinin dini sahada terakkisi için Allah’ın bir lütfu olduğunu ifade etmiştir.
***
İsmail Hakkı Toprak’a İntisabı:
Hacı Mustafa Eren ilim tahsiline devam ederken 1953 yılında manevi terakki için arayışa girmiştir. Kendisine yapılan tavsiye üzerine Halidi Şeyhi olan İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak’a 26 Nisan 1954 tarihinde ayrıntılı bir mektup göndermiştir.
7 Mayıs 1954 tarihinde İhramcızâde’den cevabi bir mektup gelmiştir. “Kardeşim Mustafa Efendi” hitabı ile başlayan mektupta “26. 4. 954 tarihli mufassal mektubunuzu okudum. Bizim pirimiz (Mustafa Rumi) eğer bu dervişlik sarf ve nahv gibi olsa idi bir haftada okurdum, okuyamadım. Buyurmuş. Biz size ne diyelim mülakata muhtaç bu kadarla iktifa ve çok selam ve dua ederiz.” denilerek bizzat görüşme isteğini belirtmiştir. Mustafa Eren bir arkadaşına mektupla ilgili yaptığı değerlendirmede “hal ehli büyüklerin çok söz etmekten kaçındıkları için kısa yazılmış olduğunu” ifade etmiştir.
Yine aynı mektupta karşılıklı görüşme isteğinin ifade edilmesi sebebiyle 1954 yılı güz aylarında Sivas’a giderek üç gün misafir kalmıştır. Bu ziyaretinde İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak’a intisab ederek tarikat dersini Adliye Baş Kâtibi Sırrı Bey’den almıştır.
Seyahatine ilişkin hatıralarını yakın çevresine naklederken İhramcızade’nin: “Buraya kadar aklınla geldin. Bundan sonrası söz tutmaktır.” şeklinde nasihatte bulunduğunu söylemiştir.
Halidi tarikatında müridin manevi terakkisinde önemli bir adım olan seyr-i sülûka 16 Aralık 1954 Perşembe gecesi başlayarak 30 Aralık 1954 Salı günü tamamlamıştır.
***
Hacı Mustafa Eren’in Mürşidlik Makamına Geçişi:
Hacı Mustafa Eren müridan ve halk arasında hal ve hareketleri ile sevilen ve saygı duyulan bir kişiliğe sahiptir. Bu yönleri ile İhramcızâde’nin sağlığında iken dahi onun yerini dolduracak namzetler arasında görülmekteydi. İhvan çevresi onun hakkında bu düşünceler içinde iken 1965, 1967 ve 1968 yıllarında kendisinin irşad makamına geleceğine ilişkin manevi birtakım işaretler aldığını tuttuğu notlardan anlamaktayız. Hacı Mustafa Eren bu mesajları 1968 yılına kadar vesvese olarak değerlendirmiştir. Ancak 22 Mart 1968 tarihli notunda “İşraktan sonra yatakta sol göğsüme şeyhlik nuru doldu epey müddet durdu. Ben bunlara hep vesvese dedim lâkin bunlar herhalde vesvese değil” şeklinde ifade ettiği kendisine mürşidlik görevinin ilahi kanalla verildiğini anlamıştır. Buna rağmen İhramcızade’nin vefatına kadar içinde bulunduğu durumu çevresine hissettirmemiştir.
Hacı Mustafa Eren İhramcızâde döneminde müridanın sayısal artışıyla birlikte ortaya çıkan kontrolsüz davranışları gözlemlemiştir. Bu sebeple tarikatın özünden ayrılmadan dönemin insanının uygulamakta zorluk çekmeyeceği özgün terbiye metodlarını hayata geçirmeye başlamıştır. Öncelikle İhramcızâde döneminde yetişmiş müridleri kendi çevresine toplamaya çalışmamış, gençlerden oluşan yeni bir kadro oluşturma gayreti içinde olmuştur.
Bu gayret çerçevesinde müridin manevi ilerleyişinde aşamaların ifade edildiği kalp, ruh, sır, hafi, ahfa gibi isimlerle adlandırılan makamları uygulamadan kaldırmıştır.
***
Bir müridin Tarikata İntisabı Nasıl Olur:
Hacı Mustafa Eren bağlıları ile yaptığımız görüşmelerde intisablarda iki temel sebep görülmektedir. Bunlardan birincisi günlük farz ve sünnet görevler dışında daha fazla ibadet yaparak Allah’a yaklaşma ihtiyacı, diğeri ise aile ve yakın çevrenin telkinleridir. Halkaya dahil olmak isteyen kişi zaman zaman sohbetlere katılır, verilen görevleri yapabileceğine kendisi ve ders verici konumdaki kişi ikna olursa kabul gerçekleştirilir.
Hacı Mustafa Eren bağlılarının sayısını artırmaya çalışmamıştır. Cevher gördüğü kişilere teklif götürür, halkaya dahil etmeye çalışırdı. Bu teklif ısrar şeklinde olmaz sadece bir hatırlatmadan öteye geçmezdi. Onun terbiye metodu az sayıda müridle kuvvetli bir iletişim ağırlıklıdır.
***
Bir Müridin Günlük Görevleri Nelerdir:
Müridden istenen ilk görev Kuran-ı Kerim ve sünnete sıkı bir bağlılıkla yaşamayı prensip haline getirmesi diğeri ise ibadetlerde istikamet denilen son nefese kadar Allah’ın huzurunda olduğunu unutmadan yaşamasıdır. Keramete inanılmakla birlikte amaç haline gelmemesi için bütün yollar kapatılır.
Bu genel prensipler dışında müridin her gün 1.000 kez kelime-i tevhidin tekrarının yapıldığı dersi, evrad-ı bahaiyye virdini ve 1 cüz Kuran-ı Kerim okuması, sürekli abdestli olması, kuşluk, duha, evvabin, teheccüd namazları, öğlen namazı ve yatsı namazının son sünnetlerini 4 rekat kılması gibi görevleri vardır. Mürid haramları kesinlikle terk eder mekruhları da haramlar kadar kendisinden uzak tutmaya çalışır.
***
Sohbet, Beyit Okumak, Çay İçmek:
Eren yolu bağlılarının farz ve sünnetlerden sonra en temel görevi sohbettir.
Sohbet, ihvanların beraberliklerinin mümkün olduğu kadar artırılması tüm faaliyetlerin olabildiğince birlikte yapılmasıdır. Bu halin en belirgin uygulaması ise vekale ve evlerde ya da kırlarda diz dize gönül gönüle olmaktır. Oturma olarak da isimlendirilen sohbetlerde dervişler halka halinde, başları önlerinde, iki dizleri üzerinde devamlı murakabe içindedirler.
Tek kelime konuşmadan saatler geçen sükûti tarz sohbetlerde iki uygulama belirgindir. Bunlardan birincisi beyit okuma adı verilen bazı manzum eserlerin dervişler tarafından seslendirilmesidir. İhvan ahenkli bir sesle kimi zaman Niyazi Mısri’den, Yunus Emre’den, Fuzulî’den, Emrah’tan, Hulusi’den bazan Aşık Veysel’den, Pir Sultan Abdal’dan mısraları çalgı aleti olmadan okurlar. Beyitler rastgele seçilmez. Müridin iç dünyasını yansıtır. Bazan didaktik, bazan da aşk muhtevalıdır. Umumiyetle solo olarak nadiren koro ile okunmaktadır. Beyit dervişin vaazıdır, sohbetin körüğüdür. Eğer istek olursa aynı beyit birkaç defa okunabilir. Sohbetlerde konsantrasyonun en yoğun olduğu an beyit okuma esnasındadır. Bu sırada içeriye kimse girmez, sessizlik zirveye çıkar.
Her dervişin en az üç beyit bilmesi ve defteri olması elzemdir. Cebe sığacak büyüklükte olan bu defterler aşk ile gözyaşları arasında elyazısı ile hazırlanmalıdır. Matbaa türü defterler makbul değildir. Yazılacak her beyitin bir hatırası olmalıdır.
Hacı Mustafa Eren’in 1969 ile 1991 yılları arasında beyitleri şerh ettiği bir kere görülmüştür. Altınova’da bir sohbetinde Niyazi Mısriye ait divanın tamamını ihvana açıklamıştır. Bu divan için “tarikatımızın kanun kitabıdır” diyerek önemine vurgu yapmıştır.
Sohbetlerin diğer belirgin unsuru ise porselen demliklerde hazırlanan çayların minik cam bardaklarda kıtlama usulü ile içilmesidir. Semaver her zaman olmasa da umumiyetle çay sohbetinin en belirgin unsurlarındandır. Çay içmek sohbetin ana figürü değildir. Sohbetin süresini uzatmak için çay içilir.
(Sohbetlerde sessizliğin sağlanması için çayın şekerle tatlandırılmasında kaşık kullanılmaz. Bunun yerine daha önceden küçük parçalara ayrılan küp şekerler ağıza alınarak çay içilir.
Çay içme geleneğinin Nakşıbendi tarikatında ilk defa hangi tarihte uygulanmaya başlandığına dair elimizde kesin bir veri yoktur. Ancak çayın Türkler arasında yaygın şekilde içilmesine ilişkin bir menkıbe bulunmaktadır. Menkıbeye göre Hoca Ahmet Yesevi uzun süren yolculuğun ardından Hitay sınırında bir Türk köyünde istirahat için misafir olmuş. Misafir olduğu ev sahibinin eşi doğum sancısı çekmekte imiş. Bu sebeple Hoca’dan dua etmesini istemiş o da bir dua yazmış. Yazılan dua kadının beline bağlanınca doğum kolayca gerçekleşmiş. Bu duruma sevinen ev sahibi Yesevi’ye çay getirmiş. Hoca çayı içtikten sonra terleyerek yol yorgunluğundan kurtulmuş. Bunun üzerine “Bu şifalı bir şey imiş hastalarınıza bundan içirin ki şifa bulsunlar. Allah kıyamete kadar buna revac versin” diye dua etmiştir. Prof.Dr, Fut Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları Altıncı Baskı, s.45.)
***
Hatim Hocası:
Hacı Mustafa Eren’in terbiye sisteminde ritüelleri yöneten, müridlere tarikat dersinin tarifini yapan kişilere hatim hocası denilmektedir. Umumiyetle müridlerin olduğu her şehirde bir hatim hocası bulunmaktadır. İstanbul gibi büyük şehirlerde birden fazla sayıda olabilmektedir. Hatim hocalarını şeyh bizzat belirler.
***
Vekale:
Hacı Mustafa Eren’in müridlerinin toplantı mekanlarına vekale adı verilir. 1559 tarihli bir Osmanlı belgesinde ticari ve ziraai emtianın korunduğu anbar anlamında kullanılmaktadır.
1579 tarihli başka bir belgede anbar olarak tarifi yapılmakta bu geniş anbarın avlusuna kimsesizler için konaklama mekânları yapılması istenilmektedir.
1907 tarihli bir Osmanlı süreli yayınında ise Hicaz’a giden hacıların Cidde’de konakladığı han anlamında kullanılmıştır. Halidi tarikatında vekale tabiri ilk defa İhramcızade İsmail Hakkı Toprak döneminde karşımıza çıkmaktadır. Müridler bu mekânlarda toplanarak sohbet ederler ve diğer dinî görevlerini yerine getirirler. Herhangi bir apartman dairesi ya da yaşanılan çevrenin şartlarına uygun olarak müstakil yapı şeklinde olabilmektedir. Sade bir tefrişatı vardır. Yerde oturulur ve yemek yenilir. Mütevazi bir istirahat mahalli de bulunabilir. Vekalelerin kütüphanelerinde umumiyetle Kuran-ı Kerimler, mealler, tefsir, ilmihal, Niyazi Mısri, Hulusi, Yunus Emre gibi divanlar yer alır. Yemek, temizlik vs. görevler kişilere münhasır değildir. Hizmetler ortaklaşa görülür. Günlük işler gönüllülük esası ile yerine getirilir.
Hacı Mustafa Eren’in tarikat anlayışı çerçevesinde oluşturduğu vekaleleler Giresun’dan çıkarak kuzeyden güneye, doğudan batıya tüm Türkiye genelinde yaygınlık kazanmıştır.
***
Hatm-i Hace:
Nakşibendi tarikatı mensuplarının topluca muayyen dua ve zikirleri okumasına Hatm-i Hace denilmektedir. Hatm-i Hace Nakşıbendi tarikatında önemli ritüellerden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Hacı Mustafa Eren’in bu konudaki uygulaması şu şekildedir:
5 kere Estağfirullah, Salavat-ı Şerifeler, 7 Fatiha-i Şerif, 100 Salavat-ı Şerife, 79 İnşirah Suresi, 1000 İhlas Suresi, 7 Fatiha-i Şerif, 100 Salavat-ı Şerife, müridler tarafından şeyh ya da hatim hocaları yönetiminde okunur. Müridi dış dünyanın etkilerinden korumak için mekânda bir dizi tedbir alınır. Oda da ışık varsa kapatılır, perdeler çekilir. Bütün ihvan dizleri birbirine değecek şekilde sessizce oturur. Gözler kapalı, başlar öndedir. Hatim hocası küçük çakıl taşlarını tüm ihvana eşit şekilde dağıtır. Müridler de ellerindeki taşların sayısı kadar sure ve salavat-ı şerifeleri hatim hocasının alçak sesle hitabından sonra okurlar. İhvanlar sure ve salavat-ı şerifeleri kaç adet okuyacaklarını kendilerine dağıtılan taşların sayısından anlarlar. İhlaslar ve Fatihalar okunarak ritüelin sonlanması ile birlikte ihvanlardan herhangi birisi Kuran-ı Kerim’den birkaç ayet miktarı okur ve böylece hatm-i hace tamamlanır.
Hacı Mustafa Eren hatm-i haceyi uzun yıllar cuma akşamları okutmuştur. (Hacı Mustafa Eren Türkiye’nin siyasi açıdan sıkıntılı olduğu dönemlerde hatm-i hace geleneğine ara vermiştir.)
Hatmin belirlenmiş zamanlarda okunması usulü ihvanın vekaleye sevgi ile değil görev gereği devam etmesi sonucunu doğurmuştur. Bu durumun izalesi için yapılan istişarede hatm-i hacenin belli günlerde gerçekleştirilmesi yerine vecd halinin yükseldiği zamanların tercih edilmesi fikri benimsenmiştir. Eren Efendi’nin vefatına kadar da bu usul devam etmiştir.
***
Tevhid Hatmi:
İhvanın 70.000 kelime-i tevhidi hatm-i hace usulünde olduğu gibi birlikte okumasına tevhid hatmi denilmektedir. Nadiren gerçekleştirilen bu ritüel bir ihvanın vefatından sonra ya da çok önemli bir sıkıntı ortaya çıktığında ilahi yardımı celb etmek için okunmaktadır.
***
Mimari Eserleri...
Eynesil Çeşmesi:
Çeşme Samsun-Trabzon karayolunun Eynesil girişinde Yeni Cami yanında Biberci Kumu mevkiinde yer almaktadır. Yapımına 1973 yılında başlanmış 1976 yılında tamamlanmıştır. Yaklaşık 4 km uzaklıktaki kaynak suyu Hacı Mustafa Eren önderliğinde ilçenin merkezine getirilerek halkın içme suyu ihtiyacının giderilmesinde katkı sağlamıştır. Şehre kazandırılan su sıradan bir çeşme ile halka arz edilmemiş hiçbir yerde örneği olmayan bir sanat eseri yapılarak insanlara sunulmuştur. Tamamen kesme taştan yapılan çeşme Türkistan, Selçuklu, Osmanlı mimari özelliklerini bir araya getiren özgün bir yapıttır.
***
Ören Cami:
Eynesil İlçesine bağlı Ören beldesinde Yakuplu Mahallesi Dükkânyanı mevkiindedir. 140 metrekare kullanım alanı 160 metrekare toplam alana sahiptir. Alt katında gasilhanesi kuzey tarafında üç çanaktan kaynak suyu akan şadırvanı bulunmaktadır. Tamamen kesme taştan yapılan caminin inşaatına 1978 yılında başlanılmış 1982 yılında tamamlanmıştır.
***
Ören Merkez Cami:
Yapımına 1990 yılında başlanılmıştır. Camidüzü mahallesindedir. Tamamen kesme taştan inşa edilen cami 1dönüm alan üzerinde yaklaşık 400 metrekare ve iki kapılı olarak inşa edilmiştir. Duvar yüksekliği 13, kalınlığı ise 2 m’dir. 18 m yükseklikte tek ana kubbe üzerine inşa edilmiştir. Son cemaat mahallinde 6 mermer sütun üzerinde yapılmış 5 küçük kubbe bulunmaktadır.
Merkez Cami, Kayseri Kurşunlu Camii (Mimar Sinan eseri, diğer adı Hacı Ahmet Paşa Camii) örnekleme suretiyle yapılmıştır.
***
Eynesil Yeşil Cami:
Samsun-Trabzon karayolunun Eynesil ilçesinin hemen çıkışında sahilden yaklaşık 50 m uzaklıkta yer almaktadır. Yapımına 1987 yılında başlanılmıştır. Tamamen kesme taştan inşa edilmiştir. Mimaride en belirgin çizgi XVI. yy Osmanlı cami mimarisi olmakla birlikte Beylikler döneminden izler bulunmaktadır. Batı kapısı Divriği Ulu Cami taç kapısından kuzey kapısı ise Tokat Hatuniye (Meydan) camii kapısından örnekleme sureti ile yapılmıştır.
Yeşil Cami, Erzurum Lala Mustafa Paşa Camii örnekleme suretiyle yapılmıştır.
***
Bulancak Sarayburnu Cami:
Bulancak İlçesine 3 km uzaklıkta Ballıca mevkiinde Samsun-Trabzon yolu kenarındadır. Caminin inşaatına 1987 yılında başlanılmıştır. Tamamen kesme taştan inşa edilmiştir. Duvar kalınlığı 130 cm, duvar yüksekliği 16, kubbe yüksekliği 38 kubbe çapı 19 m’dir. İki adet çift şerefeli olarak yapılacak minarelerinin yüksekliği ise 50 m olacaktır. Caminin toplam alanı 8.000 metrekare kapalı alanı ise 2268 metrekaredir. Ana kubbe 4 fil ayağı üzerinde bulunan 4 yarım kubbe üzerindedir. Son cemaat mahallinde 6 mermer sütun üzerinde 5 kubbe bulunmaktadır. Minber ve mihrabı mermerden yapılan caminin ortasında havuzlu bir şadırvanı bulunmaktadır.
Sarayburnu Camii, İstanbul Fatih İlçesinde (Mimar Sinan eseri) Şehzade Camii örnekleme suretiyle yapılmıştır.
***
Vefatı:
63 yıllık bir yaşamdan sonra 1989 yazında böbreklerinde ileri derecede kanser teşhis edilmiştir. Bu hastalık 1990 yılı Mart ayında ağırlaşarak onu yatağa bağlı hale getirmiş 23 Temmuz 1991 tarihinde Bulancak’ta vefat etmiştir. Cenazesi müridlerinden Kemal Dere, İbrahim Karahasan, Hasan Boz ve Rahmi Gedikli tarafından yıkanmış namazı ise İbrahim Karahasan hoca tarafından kıldırılmıştır. Eynesil’de Yeşil Cami avlusuna defn edilmiştir. Kabri sade geçen ömrü gibi son derece mütevazidir. Mezar taşında vefatının üzerinden 30 sene geçmiş olmasına rağmen hiçbir yazı bulunmamaktadır.
***
Sonuç
Hacı Mustafa Eren müridlerine dinin ibadete yönelik uygulamalarını tasavvuf neşesi ile birlikte uygulatmış, İslam dininin sosyal hayattan kopmadan uygulanması gayreti içinde olmuştur.
Tarikat hayatının haftanın belli bir günü içinde uygulanması değil tüm yaşam boyunca tatbikini öğrencilerine ilke olarak vaz etmiştir.
Kendisine niçin vaaz etmiyorsunuz şeklinde yöneltilen soruya “Bizim anlatacağımız hususlar kitaplarda yazılıdır” şeklinde cevap vermiştir.
Bu cevabı ile sükûti sohbetlerle insan yetiştirmeyi prensip edindiğini ifade etmiştir.
Hacı Mustafa Eren çevresinde bulunan Müslümanlara tarikat hayatını yaşayabilmeleri için öncelikle İslami anlamda eğitimlerini tamamlamış olmaları gerektiğini zaman zaman ifade etmiştir.
Gerçekleştirdiği mimari projelerde maliyet ve süre gibi hususları dikkate almamış, aşıkın maşukuna sunduğu bir hediye olarak düşünmüştür.
(Kaynak: Geçmişten Günümüze Giresun’da Dinî ve Kültürel Hayat Sempozyumu, 25-27 Ekim 2013, Cevat Ekici, Eynesil’de bir Haldî Şeyhi, Hacı Mustafa Eren, Editör: Mehmet Fatsa)
***
Hacı Mustafa Eren Hocaefendinin bugün Giresun’da hizmetlerinin sorumluluğu, manevi evladı (BULANCAK ERENLER SARAYBURNU CAMİ HAYIRLI HİZMETLER KÜLTÜR VE DAYANIŞMA VAKFI Başkanlığını da yürütmekte olan) Muhterem Yusuf Ziya Sipahi Hocaefendinin omuzları üzerinde bulunuyor…
***
“Her kim kendi asrında Mürşîd-i Kâmil’i buldu, şüphesiz Hakk’ı buldu.” (Niyazi Mısri)
***
Merhum Hacı Mustafa Eren Hocaefendinin mekânının cennet, makamının Firdevs olması niyazıyla…
Vesselam…
31 Ocak 2021 Pazar / 18 Cemâziyelâhir 1442
“Aslan köpeklere baş olursa, köpeklerin her biri kendi karşısındakine aslan kesilir. Eğer aslanlara köpek baş olursa, o aslanların hepsi köpek olur.” (Yusuf Has Hacip)